Uçak ile İzmir - Tiran yolculuğu

2017'nin sonuna doğru, sene sonu gelmeden bitirmem gereken işler sebebiyle Tiran'dan İzmir'e gitmem gerekti. Genel olarak karayolunu tercih etmeme karşın, sıkışık takvim sebebiyle zamanında Yunanistan vizesi almanın imkansız olması, araba bakımının yapılmasındaki güçlükler, 3 gün içerisinde gidip geri dönmek gerekmesi gibi parametrelerden ötürü havayoluyla gitmek zorunda kaldım.

Gidiş uçuşunun ayrıntılarına giremeyeceğim. Aklım tamamen gidince yapılacak işlerle meşguldü. Dönüş uçuşunda kafam biraz daha rahattı. Dönüşü biraz paylaşmak isterim.

Ben Pegasus ile uçmayı tercih ettim. Türkiye'nin yurtdışı uçuşlarının tamamına yakını İstanbul aktarmalı gerçekleştiriliyor. Gece 21:30'da İstanbul'dan Tiran'a yola çıkacak olan tek bir İstanbul - Tiran uçuşu mevcuttu. İzmir - İstanbul uçuşunu da buna göre planlamam gerekti. İstanbul'da yaşayan dostlarla kahve içme umuduyla arayı uzun tuttum. 14:30'da İzmir'den kalkıp, 15:30 civarında İstanbul'a inmesi gereken uçuşa bilet aldım.

Saat 12:00 civarında evden ayrıldım. Saatler 13:30'a yaklaşırken, beni arabayla bırakan arkadaşımın da çabasıyla, havaalanına ulaşmayı başardım. Terminal girişinde ve uçuş bölgesi girişinde 2 tane güvenlik kontrolü ve check-in için de kontuarlar önünde 1 tane olmak üzere 3 kez sıraya girmek gerektiğini göz önüne alınca, açıkçası biraz gerildim. Çok hızlı bir şekilde, kemer çıkarma, kimlik gösterme, anahtarları ve bozuk paraları boşaltma gibi eylemleri gerçekleştirdim. Havaalanındaki diğer yolcular, sanki onların zaman problemi hiç olmamış gibi bana tip tip baktılar. Bu bakışlara aldırış etmedim ve kendi hedefime kilitlendim. Bavullar tartılırken var olan 300 gram fazlalığı yer görevlisi umursamadı. Umursayabilirdi ve o an kıyamet kopardı. Muhtemelen 300 gramın parasını ödemeye çalışırken uçağı kaçırırdım. Biniş kartlarımı aldım ve koşar adımlarla uçuş bölgesine gittim. Çok seri hareketlerle güvenlik kontrolünü geçtiğimde saatim 14:10'u gösteriyordu. Kemerimi takarken telefonuma bir sms düştü. "İzmir - İstanbul uçuşumuz, operasyonel nedenlerle 14:30 yerine 15:05'te gecikmeli olarak yapılacaktır.". Bu sms'in gelmesi neden son ana kadar gecikir bilmiyorum. Az öncesinde gelmiş olsa, hiç boşu boşuna stres yaşamayacaktım.

Uçuş bölgesinde tuvalete gittim. Temizlikçi, arabayı kapının önüne çekmiş, girişi engellemişti. Ne de olsa temizlik yapıyordu. Ben de az ilerideki tuvalete gitmek istedim. Herhalde 3-4 dakika kadar yürüdüm. Baktım, orada da bir başka temizlikçi arabayı çekmiş, girişi engellemiş. Neden olduğunu hala bilmiyorum, tüm tuvaletlerin aynı anda temizlenmesi gerekiyor. Bir önceki tuvaletin temizliği bitmiştir umuduyla geri geldim. Tabi ki oradaki temizlik bitmemişti. Bu şekilde 10-15 dakika dolandıktan sonra, "abi temizliği bitiriyorum, 1 dakika daha bekle lütfen" diyen kibar bir görevliye denk geldim. Arabayı hareket ettirir ettirmez tuvalete girdim, pisuvara abandım. İşimi bitirip arkamı döndüğümde 8-10 kişilik bir kuyruk vardı. İyi ki o anı denk getirmiştim.

Tiran'dan İstanbul'a uçarken, uçakta aldığım bir şişe suya 7 TL verdiğim için, bu kez suyumu yerde iken aldım. Yerde 3 TL idi. Daha sonra uçağa bindik. Bir kaç dakika uçak içinde, pist sırası bekledikten sonra uçuş başladı. İzmir Adnan Menderes Havalimanı, eskiden harman yeri olarak kullanılan çok rüzgarlı bir bölgede olduğu için, oradan kalkışlar ve inişlerde uçağın biraz sallanması normal. Ama uçuşun ilerleyen dakikalarında sallanma azalacağına, arttı. Pilotlar için hafif, deneyimsiz yolcular için ağır bir türbülans yaşadık. Yere indik. Bir baktım, 35 dakikada gelmişiz. Pilotların biraz hız yaptığına ve türbülansın bundan kaynaklandığını düşündüm.

İstanbul Sabiha Gökçen Havalimanı iç hatlar terminaline geldik ve uçaktan körükle indik. İç hatlarda biraz dolaştım. Etrafa baktım. Dönercinin döneri bana çiğ göründü. Kafelerdeki çaylara göz ucuyla baktım, onlar da bayat göründü. Görüşebileceğimizi umduğum arkadaşlar da zaten gelmemişti. Cuma günü tahsilat (yapamama) günü, çok önemli bir görüşmem var, oğlanı doktora götüreceğim gibi gerekçelerle o gün sıfır çektik:) Geçmişteki bazı tecrübelerimden ötürü (bkz: Havaalanı pasaport kontrol kuyruğunu boş görüp, tuvalete gireyim bari deyip, tuvaletten çıkınca, pasaport kontrol kuyruğuna girmiş 20 otobüslük turist kafilesi bulmak), fazla oyalanmadan pasaport kontrole geçtim. Orada kuyruk yoktu ama benim oturma iznim -yurtdışında oturma izni olanlar, yurtdışı çıkış harcı pulu almıyorlar- polisin kafasını karıştırdı. "Bu neden kart şeklinde değil, A4 kağıt şeklinde?" diye sordu, ben de Arnavuluk'ta böyle olduğunu söyledim. Kendinden emin olamadı, bir yerlere telefon edip, teyit etti. Pasaport kontrolü bu şekilde geçtim. Geçer geçmez, bir röntgen cihazı ile güvenlik kontrolü başlıyor. Biraz uğraşmak istemediğimden, biraz da görevlilerin gergin çalışma koşullarına saygı göstermek istediğimden, kemer, anahtarlık falan filan yanında direkt ayakkabılarımı da çıkarıp röntgen cihazına koydum, geçtim.

Önümde uzun saatler vardı. Akıllı telefonumda şarj çok azdı. Şarj cihazım yanımdaydı, priz bulamıyordum. Bu arada susamıştım. 3 TL'ye bir şişe su aldım. Duty free dükkanlardaki ürünleri inceledim. Parfüm, alkol, çikolata falan. Allah rızası için kitap alabileceğim bir yer bulamadım. Bayağı bir sıkıldım bu duruma. Demek ki uçan kitleler, parfüm alıyorlar ama kitap almıyorlar. Salak salak ortalarda dolaştım. Daha sonra Burger King'e yemek yemeye gittim. Ekstra peynirli double whopper menü aldım. 38 TL. Onu yedim, bitirdim. Önümde yine uzun saatler, azıcık şarj ve kitapsızlık vardı. Transit bölgeyi 3 - 5 kez dolaştıktan sonra su almak için McDonald's'a çıktım. "Kahve servisiniz ve elektrik priziniz var mı?" diye sordum. "Az ileride McD Cafe var" yanıtıyla, ileriye yöneldim. Orada, içinde 2 ölçek kahve olacağını umarak Flat White aldım. Bir de su aldım. 10 TL (daha doğrusu 9,95 TL) orada ödedim. Masaya oturdum, akıllı telefonumu da şarja taktım. Tüm masaların altında priz olmasına karşın, herkesin dikkatini benim kablom çekti. Hepsi benim yanıma oturup, kendi telefonunu şarj etmeye çalıştı. İlk bir kaç tanesini diğer masalara yönlendirdikten sonra bıktım ve bir tanesinin yanıma oturmasına ses etmedim. Adam oturdu, benim telefon görüşmelerimi dinledi:) O da sıkılıyor tabi, ne yapsın. O beni dinleyince, ben de telefonda görüştüğüm karşı tarafa Ana Sayfa'yı anlattım. Böylece yanımda oturup beni dinleyen bu adam da Ana Sayfa hakkında fena sayılmayacak bir bilgiye sahip oldu.

Uçuş saatim yaklaşınca, uçağa bineceğimiz kapı belli oldu. Belki tanıdık bir kaç kişi ile karşılaşırım umuduyla, kapıya gittim. Tanıdık kimseyi göremediğim gibi, İranlılarla İsrailliler arasında sandviç olmanın şaşkınlığını yaşadım. Harf sırasından ötürü müdür, nedendir bilmiyorum. Tiran yolcuları ortada, Tahran yolcuları bir yanda, Tel Aviv yolcuları diğer yanda uçağa binmeyi bekliyor. Otururken, havayolu görevlisi birisi geldi biniş kartıma ve pasaportuma baktı. Biniş kartımı pasaportun üzerine koyup bir şeyler karaladı. Kalemin izin pasaporta çıktı filan. Adamın zeka düzeyi bu kadar. Sanki pasaportu 10 sene kullanmıyoruz da, bir kere kullanıyoruz. Bir şey de diyemiyorsun "adama". Neyse. Bir tarafta Tahran, bir tarafta Tel Aviv, ortada bu adam, bir kavga falan çıkmadan o aşamayı atlattık. Bu kez körük vermediler bize, terminal binasından uçağa otobüs ile geçtik. Sıcak terminal binasından soğuk açık havaya, ordan sıcak otobüse, ordan tekrar soğuk açık havaya, merdivenleri çıkınca tekrar sıcak uçak ortamına girdik. Zaten İzmir'den gelirken fazla giyinmiyoruz. Tam bir grip tuzağı. Zatürre olmazsan grip olacaksın, grip olduğuna sevineceksin. Allah küçük bebek yolcuların yardımcısı olsun.

Uçağa bindik, oturduk. Aniden hostesin sesi duyuldu, "herkes çantasını teşhis etsin". "Aha" dedim, "şüpheli çanta varsa yandık". Şüpheli çanta bulunması olasılığı yeterince sinir bozucuyken, bir de "sana ne benim çantamdan" diyen gerizekalı yolcular gerdi. Göster çantanı, olsun bitsin. Yok. Yapamaz. Neyseki tüm çantaların sahipleri çıktı. Artık uçarız falan diye beklerken, uçak içinde oturur pozisyonda, pist başında 1 saatten fazla bekledik. Tabi bilmek mümkün değil, gerçekten mi pist başındayız, yoksa terörist eylem mi var. Kuzu gibi bekledik. Pistte 1. sırada beklerken kafayı bir çevirdim baktım, belki 10, belki 15 tane uçak bizden sonra sıra bekliyor. Son sıradaki uçağın yolcularına iyi şanslar diledim. (Elimden başka bir şey gelmiyordu.)

Yola çıktık, hava bulutlu ve karla karışık yağmur yağışı var. İçimden geçirdim, "sallanırız bugün" diye. Öyle de oldu. Artık kaç fırtınaya girip çıktıysak, zangır zangır sallana sallana geldik. Neyse ki deneyimli yolcuyum, türbülansın hayati riskinin çok çok küçük olduğunu biliyorum. Sıkmadı canımı. Oğlumdan öğrendiğim bir şeyi yaptım. Sanki türbülans oyunmuş gibi tadını çıkardım. Arnavutluk'a yaklaştığımızda hava açıktı. O iyi oldu. Hayatımda ilk defa gece iniş yaptım Arnavutluk'a. Kapkaranlık bir yarıkürede, ışıklarıyla kendilerini gösteren Arnavut şehirleri inanılmaz güzel görünüyorlardı. Havaalanına indik. Tiran havaalanında zaten körük yok. Uçaktan otobüse, otobüsten terminale, sıcak-soğuk-sıcak-soğuk-sıcak döngümüzü tamamladık ve pasaport kontrole geldik.

Hemen yabancı yolcular kontuarına gittim. Önümde 2-3 kişi var. Gelenlerin kafalar karman çorman. Arnavut vatandaşları kontuarından bağırış çağırış sesler geliyor. Bizim Türk yolculardan 2 tanesi (yaşları da ileri) o kontuara gitmişler. İngilizce yok, Arnavutça hiç yok, dertlerini anlatıyorlar. Polis neden geldiklerini anlamaya çalışıyor. Türkçe bilen Arnavut yolculardan biri araya girdi, tercümanlık yaptı, amcayla teyze geçti kontrolden. Benim önümdeki kuyruk bitti. Pasaportumu uzattım, oturma iznimi çıkaracağım, küüüüt, eletrikler gitti. Orada 10 dakika koyun gibi bekledim. Sistem tekrar çalıştığında bavul alım bölümüne geldim. Baktım elektrikler kesik. "Lanet olsun" dedim ama bantta bir kaç bavul vardı. Küçük bir umut doğdu içime. "Bakayım şu bavullara" dedim. Bir problem var. Bavulu tanımıyorum. Annem - babam hazırladılar bavulu, torun bavul dolusu oyuncak gönderdiler. Düşündüm, ne renkti falan diye. Sonra bir tanesini benzettim. Gittim baktım. Babam devlet memurluğunun verdiği deneyimle, işi sağlama almış, bavulun üzerine adımı yazmış. Bavuluma kavuşmanın sevinci ve oğluma kavuşma özlemi ile hızlı adımlarla dışarı doğru çıktım. Türk yolculara taksi servisi satmak isteyen taksicilerin "arkadaş, taksi, arkadaş, arkadaş" bağırışları arasından sıyrılarak, aracımı parkettiğim uzak parkinge (uzak parking günlük 300 lek, yakın parking saati 150 lek) geldim. Baktım, arabamın arka cam sileceğini kırmışlar ve alıp gitmişler. Havayolu yolculuğuna bir maliyet daha ekledik :) Aracıma atladım, soğuk havanın etkisiyle akü çalıştırmayabilir tedirginliğiyle anahtarı çevirdim ve motor çalıştı. Çok sevindim. Çıkışa gittim. Baktım otopark ücreti ödeyecek yer yok. Jeton düştü. Yakın parkingdeki kioska ödeme yapmak gerekti. Aracımdan çıktım, 300 metre kadar koşarak ödemeyi yaptım, 300 metre de geri koştum, aracıma bindim, bileti kapıdaki otomasyona okuttum, kapı açıldı ve ben artık Tiran yollarındaydım. Arnavutluk saati ile gece yarısına doğru, TSİ sabaha karşı 2 civarında evime geldim, oğlum çoktan uyumuştu. Ben de yorgundum. Uyudum.

Ertesi sabah uyandığımda düşündüm ki özel araç ile İzmir - Tiran yolculuğu tercihim doğru bir tercih. Hem finansal, hem psikolojik, hem yorgunluk, hem eğlence, hem güvenlik bakımından.
02.01.2018 Geni
4
daha iyi hizmet verebilmek için çerez (cookie) kullanıyoruz. detaylı bilgi için tıklayın