Enteresan bir deli

Enteresan bir deli
İsviçre’nin Fransızca konuşulan Cenevre şehrinde dünyaya gelmiş ünlü düşünür ve yazar Jan Jaques Rousseau’yu, Paul Johnson ”Entelektüeller” kitabında bu şekilde tanımlamıştır: “Enteresan Bir Deli”. Kendine kahraman olarak, Pagan inanışında tanrıların tekelinde olan ateşin bilgisini çalıp, ölümlülerle paylaşan Prometheus’u seçmiş olan bu yazarın hayatı ve fikirleri gel-gitlerle doludur. Önce Cenevre’de Kalvinist (bir protestan mezhebi) olarak vaftiz edilmiş, hayatının bir bölümünde Katolik olduktan sonra tekrar Kalvinistliğe geri dönmüştür. Annesinin doğumdan kısa bir süre sonra enfeksiyondan ölmesi nedeniyle, 9-10 yaşlarına kadar babası ve teyzesiyle Cenevre’de yaşayan Rousseau, İstanbul’da (Galata semtinde) saat tamirciliği yapmış olan babasının anlattığı hikayelerden etkilenmiştir. Ancak daha sonra öğretmenlik ve saat tamirciliği yaparak, Italya ve Fransayı dolaşacak, sonunda fikirlerini ortaya koyan eserlerini vereceği Paris’e ulaşacaktır.
Çocukluktan itibaren yaşadığı çevre ve gezip gördüğü yerlerdeki eşitsizlikler, insanların günlük hayatlarındaki küçük olgulardan etkilenerek, adalet, erdem, ideal ve inançlarından kolayca vazgeçebilmeleri onu çok etkilemiştir. Dinler karşısında oldukça tarafsız bir tavır almıştır. Ona göre ahlak ve erdem gibi insanlık idealleri, dinlerden bağımsız olduğundan, insanlar, yetiştirildikleri dine inanmaya devam edebilirlerdi. Kendisinin bir kaç kez Kalvinist inançla Katoliklik arasında gidip gelmesi, fikirleri ile yaşadıklarının birbirini tutmamasının bir örneğidir. Bunu daha sonraki fikirlerinde de görürüz. İnsanlar arasında sosyal adalete inanırken, büyük toplumlarda monarşinin gerekli olduğuna inanır, sonra da tekrar eşitsizliğin sebebini aristokratların sorumsuzluğuna bağlar. Yani kısaca Rousseau gerçekten ne dediği anlaşılmayan, ya da bir dediği bir dediğini tutmayan bir delidir.
Ancak burada “İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Temeli ve Kökenleri”, “Bilimler ve Sanatlar Üzerine Söylev” gibi çağının düşünce yapısının çok ötesinde, insanların konformist inançlarını derinden sarsan büyük tartışmalara yol açan yapıtlara imza atmış bir düşünürden söz ediyoruz. Bir toplumda bireylerin ortak benliği, halkı ve devleti oluşturan bir “Toplum Sözleşmesi” olması gerektiğini ve bu sözleşmeye toplumdaki tüm bireylerin dahil olması gerektiğini savunur. Egemenliği olmayan insanların Halk olamayacağını, Halkın tümü için geçerli yasaların olması gerektiğini, Yasaların olmadığı bir yerde ise devletten söz edilemeyeceğini ileri sürmektedir.
Bu eserleri hayatının önemli yıllarını yaşadığı Paris’te kaleme almış, bunların yanı sıra müziğini ve sözlerini kendi yazdığı ülkemizde de tanınan “Köyün Kahini” operasını bestelemiştir. Bu operayı izleyen Kral, eseri çok beğendiği için kendisine ömür boyu maaş bağlamak istemiş, ancak Rousseau bunu reddetmiştir. Bu davranışı, bir çokları tarafından saygısızlık olarak nitelendirilmiş, hakkındaki delilik yakıştırmasını perçinlemiştir.
Fakat başını en çok derde sokan eseri bunlardan biri değil, “Emile ya da Eğitim Üzerine” adlı romandır. Buradaki kahramanlardan biri Uniterianism inancında olan, yani Hristiyanlıkta teslis inancını reddeden bir rahiptir ve onun ağzından Rousseau “sceptisism” yani şüphecilik olarak nitelendirilecek görüşlerini dile getirmiştir. Hem Protestanlar hem de Katolikler tarafından lanetlenen ve kitaplarını yasaklatmayı başaran yazar, İngiltere’deki dostu David Hume’a sığınmış, bir süre sonra onunla da arası bozulunca Dünyada sığınabileceği tek yer olan Cenevre Kantonuna geri dönmek zorunda kalmıştır. 1778 yılında bir sabah yürüyüşü sırasında ayağı kayıp düşen Rousseau, 66 yaşında kan kaybından ölmüştür.
Bizim tarihimizi ilgilendiren yönü, bir anlamda Fransız İhtilalinin de fikir babalığını yapmış olan bu yazarın, ölümünden yaklaşık yüz yıl sonra dünyaya gelecek olan Mustafa Kemal’i derinden etkilemiş olmasıdır. Rousseau’nun eserleri, sadece Fransa’da değil Avrupa’nın bir çok yerinde monarşilerin yıkılıp ulus devletlerin kurulmasına yol açan Fransız ihtilalinin temelindeki eşitlik, kardeşlik, özgürlük ideallerinin öncü fikirleriyle doludur. 20. Yüzyılın başlarında onun eserlerini okuyan genç bir subayın bunlardan etkilenmemesi mümkün müdür?
Dünyada zulüm ve adaletsizlik arttığında, günlük, geçici çıkar ve ilişkilerden etkilenmeden bilim, sanat ve adalet kavramlarını ön plana çıkaran “Deli!” ler her millete lazım belki de değil mi?
09.09.2018 geronimo
2
daha iyi hizmet verebilmek için çerez (cookie) kullanıyoruz. detaylı bilgi için tıklayın